Tarihteki En Etkili 25 Psikolojik Deney

25 dk


41

Psikoloji birçok küçük uzmanlık alanlarından oluşan çok geniş bir alandır. Bu uzmanlık alanlarının her biri, tüm dünyada psikologların ilgi alanlarına ait teorileri ve hipotezleri kanıtlamak veya çürütmek için tasarlanmış araştırma çalışmaları ile yıllar içinde güçlendirilmiştir.

Her yıl psikolojinin birçok uzmanlık alanında binlerce çalışma tamamlanırken, yıllar boyunca toplumda bir bütün olarak kalıcı bir etkiye sahip olan bir avuç çalışma iz bırakıyor. Bunlardan bazıları, etik ve pratik yönergelerin sınırları dahilinde, dürüst bir şekilde yürütülmektedir.

Diğerleri ise alanlarının sınırlarını zorlayarak bu güne kadar devam eden tartışmalara neden oldu. Ve yine de bunlar gerçek psikolojik deneyler olarak tasarlanmamış olsa da, teorileri kanıtlamak veya çürütmek için topluluğa yol göstericilik yapmıştır.

1. Bölünmüş Sınıf (A Class Divided)

Bir Iowa sınıfında 1968 yılında yapılan çalışma

Çalışmayı Yürüten: Jane Elliott

Yer ve Zaman: 1968 yılı Iowa

Deney Detayları: Jane Elliott’un ünlü deneyi, Dr. Martin Luther King Jr.’ın suikastı ve önderlik ettiği ilham verici yaşamdan ilham almıştır. Üçüncü sınıf öğretmeni öğrencilerinin ırkçılık ve ön yargının etkilerini anlamalarına yardımcı olmak için bir egzersiz geliştirmiştir.

Elliott sınıfını iki ayrı gruba ayırdı: mavi gözlü öğrenciler ve kahverengi gözlü öğrenciler. İlk gün mavi gözlü grubu üstün grup olarak etiketledi ve bu noktadan sonra ekstra ayrıcalıklar verdi, kahverengi gözlü çocukları ise azınlık grubunu temsil etmekteydi. Grupların etkileşim kurmalarını engelledi ve azınlık grubundaki çocukların olumsuz özelliklerini vurgulamak için üstün gruptan öğrenciler görevlendirdi. Bu egzersizin gösterdiği, çocukların davranışlarının neredeyse anında değişmesiydi. Mavi gözlü öğrenci grubu akademik olarak daha iyi performans gösterdi ve hatta kahverengi gözlü sınıf arkadaşlarına zorbalık yapmaya başladı. 

Kahverengi gözlü grup daha az öz güven ve daha kötü akademik performans yaşadı. Ertesi gün iki grubun rollerini tersine çevirdi ve mavi gözlü öğrenciler azınlık grubu oldu.

Deneyin sonunda, çocuklar o kadar rahatlamışlardı ki, birbirlerini kucakladıkları rapor edildi ve insanların dış görünüşlere dayanarak yargılanmamaları konusunda anlaştılar. Bu egzersiz o zamandan beri benzer sonuçlarla birçok kez tekrarlandı.

2. Asch Uygunluk Çalışması (Asch Conformity Study)

Çalışmayı Yürüten: Dr. Solomon Asch

Yer ve Zaman: 1951 yılı Swarthmore College

Deney Detayları: Dr. Solomon Asch, bir kişinin baskı altındayken bir standarda uyma olasılığını değerlendirmek için tasarlanmış çığır açan bir çalışma yürüttü.

Bir grup katılımcıya çeşitli uzunluklarda çizgiler içeren resimler gösterildi ve daha sonra basit bir soru soruldu: Hangisi en uzun çizgi? Bu çalışmanın zor kısmı, her grupta sadece bir kişinin gerçek bir katılımcı olmasıydı. 

Diğerleri senaryosu olan aktörlerdi. Oyuncuların çoğuna yanlış cevap vermeleri söylendi. Garip bir şekilde, tek gerçek katılımcı neredeyse her zaman çoğunluk ile anlaştı, ancak yanlış cevap verdiklerini biliyorlardı.

Bu çalışmanın sonuçları, gruplar halinde bireyler arasındaki sosyal etkileşimleri incelediğimizde önemlidir. Bu çalışma, birçoğumuzun grup durumlarında bir standarda uyma deneyiminin ünlü bir örneğidir ve insanların çoğu zaman doğru olmaktan daha çok diğerleriyle aynı fikirde olmayı önemsediğini göstermiştir.

3. Bobo Oyuncak Deneyi (Bobo Doll Experiment)

Çalışmayı Yürüten: Dr. Alburt Bandura

Yer ve Zaman: 1961-1963 yılları arasında Stanford Üniversitesi

Deney Detayları: 1960’ların başında, genetik, çevresel faktörler ve sosyal öğrenmenin çocuğun gelişimini şekillendirme yöntemleri hakkında büyük bir tartışma başladı. Bu tartışma hala devam etmekte olup, Doğaya Karşı Büyüme Tartışması olarak adlandırılmaktadır. Albert Bandura, insan davranışının kalıtsal genetik faktörlerden ziyade sosyal taklite dayandığını kanıtlamak için Bobo Oyuncak Deneyini gerçekleştirdi.

Çığır açan çalışmasında katılımcıları üç gruba ayırdı: biri Bobo oyuncağına (hacıyatmaz) karşı agresif davranış gösteren bir yetişkinin videosuna maruz kaldı; bir diğeri Bobo oyuncağıyla oynayan pasif bir yetişkinin videosuna maruz kaldı; üçüncüsü ise bir kontrol grubunu oluşturdu. 

Çocuklar kendilerine atanan videoları izlediler ve daha sonra videoda gördükleri oyuncakla aynı odaya konuldular. 

Araştırmacının bulduğu, saldırgan modele maruz kalan çocukların oyuncağa karşı saldırgan davranış sergilemelerinin daha olası olduğu, diğer grupların ise çok az taklit edici saldırgan davranış gösterdiği idi. Agresif modele maruz kalan çocuklar için, erkekler tarafından gösterilen türevsel fiziksel saldırganlık sayısı 38.2, kızlar içinse 12.7’dir.

Çalışma, erkeklerin saldırgan erkek modellerine maruz kaldıklarında, erkeklerin saldırgan kadın modellerine maruz kaldıklarından daha fazla saldırganlık sergilediklerini göstermiştir. Kızların sonuçları benzer bulgular gösterirken, sonuçlar daha az sertti. Agresif kadın modellerine maruz kaldıklarında, kızların daha fazla saldırganlık gösterdiği tespit edilmiştir. Cinsiyet farklılıklarına ilişkin sonuçlar, Bandura’nın çocukların aynı cinsiyet modellerinden daha fazla etkileneceği yönündeki ikincil tahminini güçlü bir şekilde desteklemiştir.

4. Araba Çarpışma Deneyi (Car Crash Experiment)

Çalışmayı Yürütenler: Elizabeth Loftus ve John Palmer

Yer ve Zaman: 1974 yılında California Üniversitesi

Deney Detayları: Loftus ve Palmer, anıları aldatmanın nasıl olabileceğini kanıtlamak için yola çıkmıştır. Otomobil Çarpışma Deneyi, belirli bir şekilde ifade edilen soruların, belirli bir olayla ilgili anılarını çevirerek katılımcının geri çağırma işlemini etkileyip etkilemeyeceğini değerlendirmek için tasarlanmıştır.

Katılımcılardan birine trafik kazası kaydı izletildi ve olay yerinde görgü tanıklarıymış gibi neler olduğunu anlatmaları istendi. Katılımcılar iki gruba ayrıldı ve her grup “çarpışma anında arabayı ne kadar hızlı sürüyordu?” ve “araba diğer arabaya çarptığında ne kadar hızlı gidiyordu?” gibi farklı ifadeler kullanılarak sorgulandı. Deney, farklı fiillerin kullanılmasının, katılımcıların kaza anılarını etkilediğini ve hafızanın kolayca bozulabileceğini gösterdi.

Bu araştırma, hafızanın sorgulama tekniği ile kolayca manipüle edilebileceğini, yani olaydan sonra toplanan bilgilerin yanlış hatırlama veya rekonstrüktif hafızaya neden olan orijinal hafıza ile birleştirilebileceğini göstermektedir. 

Bir olayın anısına yanlış ayrıntıların eklenmesine konfabülasyon denir. Bu kavram, görgü tanıklarının polis görüşmelerinde kullanılan sorular için çok önemli çıkarımlara sahiptir.

5. Bilişsel Uyumsuzluk Deneyi (Cognitive Dissonance Experiment)

Çalışmayı Yürütenler: Leon Festinger ve James Carlsmith

Yer ve Zaman: 1957 yılı Stanford Üniversitesi

Deney Detayları: Bilişsel uyumsuzluk kavramı çelişkili tutum, inanç veya davranışları içeren bir durumu ifade eder. Bu çatışma, rahatsızlığı en aza indirgemek veya ortadan kaldırmak ve dengeyi yeniden sağlamak için tutum, inanç veya davranışlardan birinde bir değişikliğe yol açan doğal bir rahatsızlık hissi üretir.

Bilişsel uyumsuzluk ilk olarak, dünyanın bir sel tarafından yok edileceğine inanan bir kültün gözlemsel bir çalışmasından sonra Leon Festinger tarafından araştırıldı. Bu çalışmadan, Festinger ve Carlsmith tarafından gerçekleştirilen, katılımcılardan bir dizi sıkıcı görev (bir peg panosundaki mandalları bir saat boyunca çevirmek gibi) gerçekleştirmeleri istendiğinde ilginç bir deney ortaya çıktı. Katılımcıların bu göreve yönelik ilk tutumları oldukça olumsuzdu. Daha sonra lobide bekleyen katılımcılara görevlerin gerçekten ilginç olduğunu söylemesi için 1 $ veya 20 $ ödendi. 

Katılımcıların neredeyse tamamı bekleme odasına girmeyi ve bir sonraki katılımcıyı sıkıcı deneyin eğlenceli olacağı konusunda ikna etmeyi kabul etti. Katılımcılardan daha sonra deneyi değerlendirmeleri istendiğinde, sadece 1 $ ödenen katılımcılar, sıkıcı görevi yalan söylemek için 20 $ ödenen katılımcılardan daha eğlenceli olarak değerlendirdi. Sadece 1 $ ödenmesi yalan söylemek için yeterli bir teşvik değildir ve bu yüzden 1 $ ödenenler uyumsuzluk yaşadı. Ancak, görevlerin gerçekten ilginç ve eğlenceli olduğuna inanarak bu uyumsuzluğun üstesinden gelebildiler. 20 $ ödenmesi mandalları çevirmek için bir neden sağlar ve bu nedenle uyumsuzluk yoktur.

6. Fantz’ın İzleme Deneyi (Fantz’s Looking Chamber)

Çalışmayı Yürüten: Robert L. Fantz

Yer ve Zaman: 1961 yılı Illinois Üniversitesi

Deney Detayları: Robert L. Fantz tarafından yapılan çalışma, bebek gelişimi ve vizyonu alanında en basit, ancak en önemlilerinden birisidir. 1961’de, bu deney yapıldığında, bir bebeğin zihninde olup biteni incelemenin çok az yolu vardı. Fantz, bu bulmacayı anlamanın en iyi yolunun sadece bebeklerin eylemlerini ve tepkilerini izlemek olduğunu fark etti. İnsanların yakınında ilgi çekici bir şey varsa, genellikle buna baktıklarının temel faktörünü anladı.

Bu konsepti test etmek için Fantz, iki resim eklenmiş bir ekran kurdu. Birinde bir boğa gözü, diğerinde bir insan yüzünün taslağı vardı. Bu tahta, bir bebeğin altına güvenli bir şekilde uzanıp her iki görüntüyü görebileceği bir odaya asıldı. Sonra, bebeğin neye baktığını izlemek için tahtanın arkasından bebeğin onu göremeyeceği bir delikten baktı. Bu çalışma, iki aylık bir bebeğin insan yüzüne boğa gözünden iki kat daha fazla baktığını gösterdi. Bu, insan bebeklerinin bazı desen ve form seçimi güçlerine sahip olduğunu göstermektedir. Bu deneyden önce bebeklerin çok az mantıklı olabilecekleri kaotik bir dünyaya baktığı düşünülüyordu.

7. Hawthorne Etkisi (Hawthorne Effect)

Çalışmayı Yürüten: Henry A. Landsberger

Yer ve Zaman: 1955 yılı Illinois, Chicago’daki Hawthorne Works

Deney Detayları: Hawthorne Etkisi, Henry Landsberger tarafından yürütülen 1955 tarihli bir çalışmanın ismidir. Bu etki, bir deneydeki insan deneklerin davranışlarını sadece çalışdıkları için değiştirdikleri basit bir öncüldür.

Landsberger, 1924-1932 yılları arasında Elton Mayo tarafından Chicago yakınlarındaki Hawthorne Works’te gerçekleştirilen deneylerden verileri analiz ederek çalışmayı gerçekleştirdi. Şirket, bir binadaki ışık seviyesinin işçilerin verimliliğini değiştirip değiştirmediğini değerlendirmek için çalışmalar başlattı. Mayo’nun bulduğu, işçiler, ışık miktarı düşük bir seviyeden yüksek bir seviyeye geçtiğinde ya da tam tersi olduğunda üretimlerini arttırdıkça, ışık seviyesinin verimlilikte hiçbir fark yaratmadığıydı. Araştırmacılar, herhangi bir değişken manipüle edildiğinde işçilerin verimlilik düzeyinin artma eğiliminde olduğunu fark ettiler.

Çalışma, işçilerin gözlem altında olduklarının farkında oldukları için üretimin basitçe değiştiğini gösterdi. İşçiler seçilmekten memnun oldukları için önemli hissettiler ve sonuç olarak verimlilik arttı. Değişen aydınlatma seviyeleri veya denedikleri diğer faktörler değil, seçilmek ve önemli hissetmek artan üretkenliği belirleyen faktördü. 

Hawthorne Etkisi, psikoloji ve ötesindeki herhangi bir deneyin tasarımını ortadan kaldırmak veya hesaba katmak için en zor dahili ön yargılardan biri haline geldi.

8. Kitty Genovese Vakası (Kitty Genovese Case)

Çalışmayı Yürüten: New York Polis Gücü

Yer ve Zaman: 1964 yılı New York

Deney Detayları: Kitty Genovese cinayet davası asla psikolojik bir deney olarak tasarlanmamıştır, ancak bu alan için ciddi sonuçlar doğurmuştur.

Bir New York Times makalesine göre, neredeyse kırk komşu Kitty Genovese’nin 1964’te New York’un Queens kentinde vahşice saldırıya uğraması ve öldürülmesi olayına tanıklık ettiler, ancak hiçbir komşu polisi aramadı. Bazı raporlar saldırganın olay yerinden ayrıldığını ve daha sonra yarım kalan işini tamamlamak için geri döndüğünü belirtiyor. Daha sonra bu gerçeklerin çoğunun abartıldığı ortaya çıktı (sadece bir düzine tanık ve kayıtlar, bazı polis çağrılarının yapıldığını gösteriyor).

Bu davayı daha sonra meşhur eden şey ise “Bystander Etkisi” etkisi olarak bilinen; sosyal bir durumda ne kadar çok insan mevcutsa, birilerinin eyleme geçip yardım etmesi bir o kadar azdır. Bu etki tıp, psikoloji ve diğer birçok alanda değişikliğe yol açmıştır. 

9. Öğrenilmiş Çaresizlik Deneyi (Learned Helplessness Experiment)

Çalışmayı Yürüten: Martin Seligman

Yer ve Zaman: 1967 yılı Pennsylvania Üniversitesi

Deney Detayları: 1965 yılında Martin Seligman ve meslektaşları, bir hayvanın ya da insanın bir şeyi başka bir şeyle ilişkilendirme süreci olan klasik koşullandırma üzerine araştırmalar yürütüyorlardı.

Seligman’ın deneyi bir zilin çalmasını ve ardından bir köpeğe hafif bir şok verilmesini içeriyordu. Birkaç eşleşmeden sonra, köpek şoktan önce bile tepki gösterdi: köpek zili duyduğu anda, şok olmuş gibi tepki gösterdi. Bu çalışma sırasında beklenmedik bir şey oldu. Her köpek, alçak bir çitle ortadan bölünmüş büyük bir sandığa yerleştirildi ve köpek çitin üzerinden kolayca görüp atlayabilirdi. Çitin bir tarafındaki zemin elektrikliydi, ancak çitin diğer tarafındaki değildi. 

Seligman her köpeği elektrikli tarafa yerleştirdi ve hafif bir şok verdi.  Köpeğin çitin şok edici olmayan tarafına atlamasını bekledi. Beklenmedik bir şekilde, köpekler yer değiştirmediler. Elde edilen hipotez, köpekler deneyin ilk bölümünden şoklardan kaçınmak için yapabilecekleri bir şey olmadığını öğrendikçe deneyin ikinci bölümünde eylemsiz kalmalarıydı. Bu hipotezi kanıtlamak için, deneyciler yeni bir hayvan seti getirdi ve deneyde geçmişi olmayan köpeklerin çitin üzerinden atladığını gördüler.

Bu durum, bir insanın veya hayvanın olumsuz bir durumdan çıkmaya çalışmadığı öğrenilmiş çaresizlik olarak tanımlandı; çünkü geçmiş onlara çaresiz olduklarını öğretti.

10. Küçük Albert Deneyi (Little Albert Experiment)

Çalışmayı Yürütenler: John B. Watson ve Rosalie Rayner

Yer ve Zaman: 1920 yılı Johns Hopkins Üniversitesi

Deney Detayları: Küçük Albert deneyi, tüm zamanların en etik dışı psikolojik deneyleri arasında kabul edilir. Deney 1920’de Johns Hopkins Üniversitesi’nden John Watson ve Rosalie Rayner tarafından gerçekleştirildi. Hipotez, bir dizi eşleşme yoluyla, dokuz aylık bir çocuğu irrasyonel bir korku geliştirmeye şartlandırabilmeleriydi.

Deney, başlangıçta hayvandan korkmayan bebeğin önüne beyaz bir sıçan yerleştirerek başladı. Watson, daha sonra küçük Albert’e sıçan gösterildiğinde bir çekiçle çelik bir çubuğa vurarak yüksek bir ses çıkardı. Birkaç eşleşmeden sonra (gürültü ve beyaz sıçanın sunumu), çocuk ağlamaya başladı ve sıçan odada her göründüğünde korku belirtileri sergiledi. Watson ayrıca Albert hepsinden korkana kadar diğer yaygın hayvan ve nesnelerle (tavşan, Noel Baba sakal vb.) benzer şartlandırılmış refleksler yarattı.

Bu çalışma klasik koşullanmanın insanlar üzerinde çalıştığını kanıtladı. Bu bulgunun en önemli sonuçlarından biri, yetişkinlik dönemi korkularının sıklıkla erken çocukluk deneyimleriyle bağlantılı olmasıdır.

11. Sihirli Sayı Yedi (Magical Number Seven)

Çalışmayı Yürüten: George A. Miller

Yer ve Zaman: 1956 yılı Princeton Üniversitesi

Deney Detayları:   Sıklıkla  Miller Yasası  olarak adlandırılan Sihirli Sayı Yedi deneyi, ortalama bir insanın çalışma belleğinde tutabileceği nesne sayısının 7 ± 2 olduğunu ifade eder. Bunun anlamı, insan bellek kapasitesinin tipik olarak 5-9 arasında sözcük ve kavram dizeleri içermesidir. Bilgi işleme kapasitesinin sınırları hakkındaki bu bilgi, psikolojide en çok atıf yapılan makalelerden biri haline gelmiştir.

Sihirli Sayı Yedi Deneyi, 1956 yılında Princeton Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden bilişsel psikolog George A. Miller tarafından yayınlandı.  Makalede Miller, tek boyutlu mutlak muhakemenin sınırları ile kısa süreli hafızanın sınırları arasındaki uyumu tartıştı. Tek boyutlu mutlak muhakeme görevinde, bir kişiye bir boyuta ve her bir uyarana karşılık gelen bir yanıtla (daha önce öğrenilen) yanıt veren bir dizi uyaran sunulur. Performans beş veya altı farklı uyarana kadar neredeyse mükemmeldir, ancak farklı uyaranların sayısı arttıkça düşer. Bu, bir insanın tek boyutlu mutlak yargılamadaki maksimum performansının, yaklaşık 2 ila 3 bitlik maksimum kapasiteye sahip, dört ila sekiz alternatifi ayırt edebilen bir bilgi deposu olarak tanımlanabileceği anlamına gelir.

12. Pavlov’un Köpek Deneyi (Pavlov’s Dog Experiment)

Çalışmayı Yürüten: Ivan Pavlov

Yer ve Zaman: 1890’larda Rusya St.Petersburg’daki Askeri Tıp Akademisi

Deney Detayları: Pavlov’un köpeklerle yaptığı deneyler tüm psikoloji alanındaki en önemli deneylerdendir. Koşullama ile ilgili bulguları yepyeni bir psikolojik çalışma dalına yol açmıştır.

Pavlov, bir köpeğin öğrenmesi gerekmeyen bazı şeyler olduğu şeklinde basit bir fikirle başladı. Çalışmasına özgü olarak, köpeklerin yiyecek gördüklerinde tükürük salgılamayı öğrenmediğini gözlemledi. Bu refleks köpekte öğrenmeyi gerektirmeyen koşulsuz bir yanıttır. Pavlov, bir köpeğe bir kase yiyecek sunarak ve daha sonra tükürük salgılarını ölçerek hayvanda koşulsuz yanıtların olduğunu belirtir. Deneyde Pavlov nötr uyaranı olarak bir çan kullanır (yani herhangi bir doğuştan gelen tepki ortaya çıkarmaz). Ne zaman köpeklerine yiyecek verirse zili de çalar. Bu prosedürün birkaç kez tekrarlanmasından sonra sadece zili çalar. Bulduğu şey, zilin tek başına tükürükte bir artışa neden olmasıdır. Köpek zili ve yemeği ilişkilendirmeyi öğrenmişti ve bu öğrenme yeni bir davranış yaratmıştı, köpek zili duyduğunda tükürük salgılıyordu. Bu yanıt öğrenildiği (veya koşullandırıldığı) için buna koşullu yanıt denir. Nötr uyaran, koşullu bir uyaran haline gelmiştir.

Bu teori, klasik koşullama (deneyci ve psikolog John Watson tarafından daha da geliştirilmiştir) olarak bilinir ve zaten belirli bir yanıtı (yani bir refleksi) yeni (koşullu) bir uyaranla getiren koşulsuz bir uyaranla ilişkilendirmeyi öğrenmeyi içerir, böylece yeni uyaran aynı cevabı getirir.

13. Soyguncular Mağarası Deneyi (Robbers Cave Experiment)

Çalışmayı Yürütenler: Muzafer ve Carolyn Sherif

Yer ve Zaman: 1954 yılı Oklahoma Üniversitesi

Deney Detayları: Grup çatışmasını inceleyen bu deney, çoğu kişi tarafından etik olarak kabul edilen çizgilerinin dışındadır.

1954’te Oklahoma Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, benzer geçmişe sahip 22 tane 11-12 yaşındaki çocuğu iki gruba ayırdı. İki grup, bir yaz kampı tesisinin sosyal birimler olarak bağlanabilecekleri ayrı alanlara alındı. Gruplar ayrı kabinlere yerleştirildi ve hiçbir grup diğerinin varlığını bir hafta boyunca bilmedi. Çocuklar o sırada kabin arkadaşlarıyla bağ kurdular. İki grubun temas kurmasına izin verildikten sonra, sosyal gruplarını geliştirmek için çok kısa bir süre verilmiş olmalarına rağmen, birbirlerine karşı kesin ön yargı ve düşmanlık işaretleri gösterdiler. 

Gruplar arasındaki çatışmayı arttırmak için, deneyciler bir dizi aktivitede birbirleriyle rekabet etmelerini sağladı. Bu daha da düşmanlık yarattı ve sonunda gruplar aynı odada yemek yemeyi reddetti. Deneyin son aşaması, rakip grupların arkadaşlara dönüştürülmesini içeriyordu. Deneycilerin havai fişek fırlatmak ve film izlemek gibi planladığı eğlenceli aktiviteler başlangıçta işe yaramadı, bu nedenle iki grubun birlikte çalışmak zorunda kaldığı ekip çalışması egzersizleri oluşturdular. Deneyin sonunda, çocuklar aynı otobüse binmeye karar vererek çatışmanın çözülebileceğini ve iş birliği yoluyla ön yargıların üstesinden gelebileceğini gösterdiler.

14. Ross’un Yanlış Ortaklık Etkisi Çalışması (Ross’ False Consensus Effect Study)

Çalışmayı Yürüten: Lee Ross

Yer ve Zaman: 1977 yılı Stanford Üniversitesi

Deney Detayları: 1977’de Stanford Üniversitesi sosyal psikologu Lee Ross, özellikle başkalarının davranışlarını yanlış anlama söz konusu olduğunda, insan karar verme sürecindeki ön yargılar hakkında daha fazla bilgi edinmek istedi.

Bunu anlamak için iki deney yaptı.

İlk deneyde katılımcılara belirli bir çatışma hakkında bilgi verildi, daha sonra bu sorunu çözmenin iki yolu olduğu söylendi. Onlara üç görev verildi:

• İlk olarak, başkalarının hangi seçeneği seçmesini beklediklerini tahmin edin.

• İkincisi, hangi seçeneği seçeceklerini belirtin.

• Son olarak, her iki seçeneği de ne tür bir kişinin seçeceğini açıklayın.

Sonuçlar oldukça şaşırtıcıydı:

Çoğu insan, hangi seçeneği seçtiklerine bakılmaksızın, başkalarının kendilerine benzer bir şey seçmesini bekledi ve tam tersini seçecek insan türlerini tanımlarken, kişiliklerini aşırı dille tarif ettiler. Sonuçları toplayan Ross, bu tanımları, farklı seçenleri anormal olarak tanımlayan çoğu konuyu sonuçlandırarak genelleştirdi.

Güçlü çıkarım: Bizimle aynı fikirde olmayanlarda yanlış bir şeyler olduğunu varsayıyoruz.

İkinci deney bu eğilimi daha da güçlendirdi:

Deneklerden bir sandviç kostümü giyerek 30 dakika boyunca Stanford kampüsü çevresinde yürüyüş yapmaları istendi. Denekler çevredeki insanlara “Joe’s’da yiyin.” diyecekti. Ancak, “Joe’s” diye bir yer yoktu ve öğrencilere bu konuda herhangi bir bilgi verilmedi. Esasen 30 dakika yürümeleri ve aptalca görünmeleri istendi – ya da öyle miydi? 

Hepsine bunu yaparlarsa daha sonra ilginç bir şeyler öğrenecekleri söylendi. Onlara bunu yapmama seçeneği de verildi. Deneklere ayrıca bu deneyde diğer katılımcıların ne seçeceğini düşündükleri soruldu.

İlk deneyde olduğu gibi, çoğunun kendileriyle aynı şeyi seçtiğini düşünürken yüksek bir eğilim vardı.

• Sandviç tahtası giymeyi kabul edenlerin% 62’si başkalarının da giymeyi kabul edeceğini düşündü.

• Reddetenler arasında,% 33’ü başkalarının sandviç tahtası giyeceğini düşündü.

Herkesin benzersiz cevapları olmasına rağmen, benzer mantığı yansıtıyordu:

• Sandviç kostümü giyenler, bunu kabul etmeyenleri aptal görünmekten korktukları için eleştirdiler.

• Reddedenler ise kostüm giyenleri gösteriş yapmakla itham ettiler.

15. Schacter ve Singer Deneyi (The Schacter and Singer Experiment on Emotion)

Çalışmayı Yürütenler: Stanley Schachter ve Jerome E. Singer

Yer ve Zaman: 1962 yılı Columbia Üniversitesi

Deney Detayları: 1962’de Schachter ve Singer duygu teorilerini kanıtlamak için çığır açan bir deney yaptılar.

Çalışmada, 184 erkek katılımcıdan oluşan bir gruba, artan kalp atışı, titreme ve hızlı nefes alma dahil uyarılmaya neden olan bir hormon olan epinefrin enjekte edildi. Araştırma katılımcılarına, görüşlerini test etmek için yeni bir ilaç enjekte ettikleri söylendi. Birinci grup katılımcıya, ikinci grup katılımcıya katılmadığı takdirde enjeksiyonun yol açabileceği olası yan etkiler bildirilmiştir. Katılımcılar daha sonra başka bir katılımcı olduğunu düşündükleri bir odaya yerleştirildi, ancak katılımcı sandıkları kişi deney ekibinden birisiydi. Bu kişi iki şekilde hareket etti: öforik (aşırı abartılı bir mutluluk) veya öfkeli. Enjeksiyonun etkileri hakkında bilgilendirilmemiş olan katılımcılar, bilgilendirilmiş olanlardan daha mutlu ya da daha kızgın hissettikleri gözlemlendi.

Schachter ve Singer’ın anlamaya çalıştıkları şey, biliş ya da düşüncelerin insan duygularını etkileme yollarıydı. 

Çalışmaları, insanların duygularınızın önemli bir bileşenini oluşturan fizyolojik durumlarını nasıl yorumladıklarının önemini göstermektedir.  Duygusal uyarılma bilişsel teorileri yirmi yıldır egemen olmasına rağmen, iki ana nedenden ötürü eleştirildi: deneyde görülen etkinin büyüklüğü önemli değildi ve diğer araştırmacılar deneyi tekrarlamakta zorlandılar.

16. Seçici Dikkat / Görünmez Goril Deneyi (Selective Attention / Invisible Gorilla Experiment)

Çalışmayı Yürütenler: Daniel Simons ve Christopher Chabris

Yer ve Zaman: 1999 yılı Harvard Üniversitesi

Deney Detayları: 1999 yılında Simons ve Chabris ünlü farkındalık testlerini Harvard Üniversitesi’nde gerçekleştirdi.

Çalışmaya katılanlardan bir video izlemeleri ve beyaz takımdaki basketbolcular arasında kaç geçiş olduğunu saymaları istendi. Video ılımlı bir hızda hareket ediyor ve geçişleri takip etmek nispeten kolay bir işti. Çoğu insanın sayımları arasında fark etmediği şey, testin ortasında, goril elbisesi giyen bir adamın alanın ortasına yürüyüp durduğu ve daha sonra dışarı çıktığıydı.

Çalışma, deneklerin çoğunun gorili hiç fark etmediğini ve insanların sıklıkla etkin bir şekilde çoklu görev yapabilme yeteneklerini abarttığını kanıtladı. Çalışmanın kanıtlamak için ortaya koyduğu şey, insanlardan bir göreve katılmaları istendiğinde, o öğeye o kadar güçlü odaklanıyorlar ki, diğer önemli ayrıntıları kaçırıyorlar.

17. Stanford Hapishane Deneyi (Stanford Prison Study)

Çalışmayı Yürüten: Philip Zimbardo

Yer ve Zaman: 1971 yılı Stanford Üniversitesi

Deney Detayları: Psikoloji alanında en çok atıfta bulunulan deneylerden biri, psikoloji profesörü Philip Zimbardo’nun tartışmalı bir durumda rol üstlenmeye çalıştığı Stanford Hapishane Deneyi’dir.

Stanford Hapishane Deneyi, mahkum veya gardiyan rolü atandığında “normal” bireylerin davranışlarını incelemek üzere tasarlanmıştır. 

Üniversite öğrencileri deneye katılmak üzere işe alınır ​​ve “gardiyan” ya da “mahkum” rolleri atanır. Zimbardo ise müdür rolünü oynar. Psikoloji bölümü binasının bodrum katı hapishane olarak düzenlenir. Mümkün olduğunca gerçekçi görünmesi ve hissetmesi için büyük özen gösterilir.

Hapishane gardiyanlarına iki hafta hapis cezası vermeleri söylenir. Çalışma sırasında mahkumların hiçbirine fiziksel olarak zarar vermemeleri gerekmektedir. Birkaç gün sonra, gardiyanlar mahkumlara karşı sözlü olarak çok kötü muamele gösterir ve mahkumların çoğu itaatkâr bir tutum gösterir. Denemenin kaçınılmaz olarak iptal edilmesi gerekir, çünkü katılımcılardan bazıları zihinsel olarak yıkıcı işaretler göstermiştir.

Deney çok etik olarak yapılmasa da, birçok psikolog bulguların insan davranışının ne kadar durumsal olduğunu gösterdiğine ve koşulların doğru olması durumunda insanların belirli rollere uyacağına inanmaktadır.

18. Stanley Milgram Deneyi (Stanley Milgram Experiment)

Çalışmayı Yürüten: Stanley Milgram

Yer ve Zaman: 1961 yılı Stanford Üniversitesi

Deney Detayları: Yale Üniversitesi psikoloğu Stanley Milgram tarafından yürütülen çalışma, ahlaklarıyla çelişen eylemler gerçekleştirmeleri istendiğinde insanların otorite figürlerine uyma istekliliğini ölçmek için tasarlanmıştır. Çalışma, insanların yaşamın erken dönemlerinde otorite figürlerinden doğal olarak yön alacağı öncülüne dayanıyordu.

Katılımcılara hafıza üzerine bir çalışmaya katıldıkları söylendi. Başka bir kişiden (aslında bir aktör olan) bir hafıza testi yapmasını izlemeleri istendi ve bu kişi her yanlış cevap verdiğinde ona elektrik şoku veren bir düğmeye basmaları istendi (aktör aslında şokları almadı, ama alıyor gibi davrandı) Katılımcılara “öğretmen” rolünü oynaması ve her seferinde bir soruyu yanlış cevapladıkları zaman farklı bir odada bulunan “öğrenene” elektrik şoku uygulaması söylendi. Deneyciler katılımcılardan şokları artırmaya devam etmelerini istedi ve hafıza testini tamamlayan kişi büyük bir acı içinde görünse de çoğu itaat etti. İlk başta itiraz etmelerine rağmen birçok katılımcı otorite figürü onları teşvik ettiğinde denemeye yani karşı taraf yanlış cevap verdiğinde elektrik şoku vermeye devam etti.

Bu deney, insanların otoriteye uymak için şartlandığını ve genellikle doğal ahlaklarına veya sağduyularına rağmen bile bunu yapacaklarını göstermiştir.

19. Sahte Anne Deneyi (Surrogate Mother Experiment)

Çalışmayı Yürüten: Harry Harlow

Yer ve Zaman: 1957-1963 yılları Wisconsin Üniversitesi

Deney Detayları: Harry Harlow, 1950’lerin sonunda ve 1960’ların başında bir dizi tartışmalı deneyde, annenin sağlıklı çocukluk gelişimine olan sevgisinin önemini inceledi.

Bunu yapmak için bebek maymunları doğumdan birkaç saat sonra annelerinden ayırdı ve iki “sahte anne” tarafından yetiştirilmelerini sağladı. Bunlardan biri yiyecek olan telden yapılmış bir düzenek; diğeri ise yiyecek olmayan yumuşak havlu kumaşla kaplı bir düzenekti. Literatürde kabul görmüş teorilere göre yavrular süt verebilen anneyi kendi anneleri gibi görmeliydi, ne de olsa anne-bebek bağı açlık-susuzluk dürtüsünden kaynaklanan bir ihtiyaçtan doğuyordu. 

Araştırmacının bulduğu şey, bebek maymunların kumaş anneyle tel anneden çok daha fazla zaman geçirmesi, böylece çocukluğun gelişimi söz konusu olduğunda şefkatin yaşamadan daha büyük bir rol oynadığını kanıtlamaktı. Ayrıca yumuşak anneye sarılmak için daha fazla zaman harcayan maymunların daha sağlıklı olduklarını keşfettiler. Yavru maymun süt veren sahte anne ile bağ kuramayacak kadar kısa süre yakınlık kurdu, çünkü uyumak için ya da sadece kucağına oturmak için kumaştan yapılma sahte anneye sokuldular.

Bu deney, fiziksel beden temasıyla gösterildiği gibi, sevginin ebeveyn-çocuk bağının temel ihtiyaçların sağlanmasından daha önemli bir yönü olduğunu göstermiştir. Bu bulgular ayrıca anne beslenmenin kaynağı olduğunda babalar ve bebekleri arasındaki bağ üzerinde de etkileri olmuştur.

20. İyi Samiriyeli Deneyi (The Good Samaritan Experiment)

Çalışmayı Yürütenler: John Darley ve Daniel Batson

Yer ve Zaman: 1973 yılında Princeton İlahiyat Seminerinde (Araştırmacılar Princeton Üniversitesi’nden) yapılan çalışma

Deney Detayları: 1973 yılında, John Darley ve Daniel Batson tarafından özgecil (kendini değil etrafındakileri düşünen) davranışın altında yatan olası nedenleri araştırmak için bir deney oluşturuldu. 

Deney araştırmacıları test etmek istedikleri üç hipotez ortaya koydu:

  • Din ve daha yüksek ilkeleri düşünen insanlar yardımsever davranış göstermede daha fazla eğimli olmayacaklardır.
  • Acele eden insanların yardım etme davranışı gösterme olasılıkları daha az olacaktır.
  • Kişisel kazanç için dindar olan insanların yardım etme olasılıkları, gerçekten dindar olanlara göre daha az olasıdır, çünkü yaşamın anlamı hakkında manevi ve kişisel bilgiler edinmek isterler.

Öğrencilere bazı dini konularda eğitim (vaaz) verildi ve ardından bir binadan diğerine seyahat etmeleri söylendi. İki bina arasında yaralanan ve ciddi bir şekilde yardıma muhtaç görünen bir kişi bulunmaktaydı. Test edilen ilk değişken deneklerden talep edilen aciliyet derecesiydi. Bazılarına acele etmemeleri söylenirken, diğerlerine de hızın çok önemli olduğu bildirildi.

Deneyin sonuçları ilgi çekiciydi. Deneklerin üçte ikisi acelesi olmadığında, yardım etmek için durdu. Acelesi olan deneklerin ise onda biri yardım için harekete geçti. Başkalarına yardım etme konusunda vaaz dinleyenler diğer konularda vaaz dinleyenlerden neredeyse iki kat daha fazla yardımcı oldular. Bireyin düşüncelerinin yardım davranışını belirlemede bir faktör olduğunu gösterdi. Dini inançların sonuçlar üzerinde fazla bir fark yaratmadığı görülmüştür; kişisel kazanç için dindar olmak ya da manevi bir görevin bir parçası olmak, gösterilen yardım davranışı miktarı üzerinde gözle görülür bir etki yaratmadı.

21. Halo Etkisi Deneyi (The Halo Effect Experiment)

Çalışmayı Yürütenler: Richard E. Nisbett ve Timothy DeCamp Wilson

Yer ve Zaman: 1977 yılı Michigan Üniversitesi

Deney Ayrıntıları: Halo Etkisi’ne göre insanlar; genellikle fiziksel olarak çekici olan kişileri daha akıllı, arkadaş canlısı ve iyi yargıya sahip olarak varsayar. Teorilerini kanıtlamak için Nisbett ve DeCamp Wilson, insanların Halo Etkisi’nin doğası hakkında çok az farkında olduklarını ve kişisel yargılarını, çıkarımlarını ve daha karmaşık bir sosyal davranışın üretimini etkilediğini kanıtlamak için bir çalışma oluşturur.

Deneye katılan öğrencilerden videoya kaydedilmiş bir röportajda bir psikoloji eğitmenini değerlendirmeleri istendi. Öğrenciler rastgele iki gruptan birine atandı ve her gruba anadili Fransızca olan bir Belçikalı’nın İngiliz aksanı ile verdiği iki farklı röportajdan biri gösterildi. İlk videoda eğitmen, öğrencilerinin zekasına ve motivasyonlarına saygılı, öğretme yaklaşımında esnek ve konusu hakkında hevesli bir kişi olarak kendini sundu. İkinci röportajda ise öğrencilere karşı soğuk ve güvensizdi ve öğretim tarzında oldukça katıydı.

Videoları izledikten sonra, deneklerin ve aksanların videoların her iki versiyonunda da aynı kalmasına rağmen, deneklerden hocaya fiziksel görünüm, tutumlar ve aksanları hakkında puan vermeleri istendi. 

Deneklerden profesörü “çok beğenme” ile “hiç beğenmeme” arasında değişen 8 puanlık bir ölçekte derecelendirmeleri istendi. Deneklere ayrıca araştırmacıların “öğretmen için beğenilerinin az önce yaptıkları puanları ne kadar etkilediğini” bilmek istedikleri söylendi. Diğer deneklerden az önce puanladıkları özelliklerin öğretmene olan ilgisini ne kadar etkilediğini belirlemeleri istenmiştir.

Ankete yanıt verdikten sonra, katılımcılar video kasetlere ve anket sorularına tepkileri hakkında şaşkına döndüler. Öğrenciler bir öğretim üyesine neden daha yüksek puan verdiklerini bilmiyorlardı. Çoğu, konuşmacıyı söylediği şeyden ne kadar sevdiklerini, bireysel özellikleri hakkındaki değerlendirmelerini hiç etkilemediğini söyledi. Bu çalışma hakkında ilginç olan şey, insanların bu fenomeni anlayabilmesidir, ancak meydana geldiğinde farkında olmamalarıdır. Farkına varmadan insanlar yargıya varırlar ve işaret edildiğinde bile halo etkisi fenomeninin bir ürünü olduğunu inkar edebilirler.

22. Marshmallow Testi (The Marshmallow Test)

Çalışmayı Yürüten: Walter Mischel

Yer ve Zaman: 1972 yılı Stanford Üniversitesi

Deney Detayları: Stanford Üniversitesi’nden Walter Mischel, ertelenmiş tatminin gelecekteki başarının bir göstergesi olup olamayacağını araştırdı.

1972 Marshmallow Deneyi’nde dört ila altı yaşlarındaki çocuklar, önlerinde masanın üzerine bir masanın üzerine bir lokum yerleştirildiği bir odaya alındı. Çocukların her birini odada yalnız bırakmadan önce, deneyi düzenleyenler, çocuklara 15 dakika içinde döndüklerinde masadaki marshmallow duruyorsa ikinci bir marshmallow vereceklerini söyledi. Her çocuğun ne kadar süre yemeye direndiği kaydedildi. 600 çocuğun az bir kısmı marshmallow’u hemen yedi ve üçte biri ise ikinci marshmallow’u bekleyebildi.

Takip çalışmalarında Mischel, memnuniyetini erteleyenlerin yani sabırlı olanların ileride akranlarından önemli ölçüde daha yetkin olduğunu ve daha yüksek SAT puanları aldıklarını, yani bu özelliğin muhtemelen bir insanın ömür boyu sürdürdüğünü buldu.

23. Canavar Çalışması (The Monster Study)

Çalışmayı Yürüten: Wendell Johnson

Yer ve Zaman: 1939 yılı Iowa Üniversitesi

Deney Detayları: Canavar Çalışması, olumlu ve olumsuz konuşma terapisinin çocuklar üzerindeki etkilerini belirlemek için kullanılan etik olmayan yöntemlerden dolayı bu olumsuz unvanı aldı.

Iowa Üniversitesi’nden Wendell Johnson, bazıları kekeme olan, bazıları kekeme olmayan yirmi iki yetim çocuk seçti. Çocuklar iki gruba ayrıldı ve kekeme çocuklar, konuşma akıcılıklarından ötürü övüldükleri pozitif konuşma terapisine yerleştirildi. Kekeme olmayanlar ise yaptıkları gramer hatalarından dolayı küçümsendikleri negatif konuşma terapisine yerleştirildiler. 

Deney sonucunda, negatif konuşma terapisi alan çocukların bir kısmı psikolojik etkiler yaşadı ve hayatlarının geri kalanı boyunca konuşma problemlerini korudu. Bu da eğitimdeki olumlu takviyenin önemine örnek teşkil etti.

Çalışmanın ilk amacı olumlu ve olumsuz konuşma terapisini araştırmak olsa da, bu sonuç küçük çocuklar için öğretim yöntemlerine daha fazla dokunmuştur.

24. Metrodaki Kemancı Deneyi (Violinist at the Metro Experiment)

Yer ve Zaman: 2007’de Washington DC Metro Tren İstasyonunda Gerçekleştirilen Çalışma

Deney Detayları: Washington Post personeli tarafından gözlemci insanların çevrelerinde neler olup bittiğini test etmek için ilginç bir çalışma yapıldı.

Çalışma sırasında yayalar, metro durağına girişte çalan müzisyenin metroda çalmadan iki gün önce Boston’da 100$ bilet fiyatı ile konser veren, Grammy ödüllü müzisyen Joshua Bell olduğunu fark etmediler. 3,5 milyon dolar değerinde bir kemanla yazılmış en karmaşık parçalardan birini çalıyordu. 45 dakika içinde müzisyen keman çaldı, sadece 6 kişi bir süre dinledi. 20 kişi ona para verdi, ancak normal hızlarını sürdürmeye devam ettiler. Bell, tam 32 dolar topladı.

Washington Post tarafından düzenlenen çalışma ve müteakip makale, insanların algısına, zevkine ve önceliklerine bakan bir sosyal deneyin parçasıydı. 

Gene Weingarten, Washington Post’ta bu sosyal deney hakkında yazdı. Ve daha sonra hikayesi için bir Pulitzer Ödülü kazandı. Makalenin ele aldığı sorulardan bazıları: Güzelliği algılıyor muyuz? Takdir etmek için duruyor muyuz? Yeteneği beklenmedik bir bağlamda tanıyor muyuz? 

Anlaşıldığı üzere, birçoğumuz çevremizi düşünmek istediğimiz kadar algılayıcı değiliz.

25. Görsel Uçurum Deneyi

Çalışmayı Yürütenler: Eleanor Gibson ve Richard Walk

Yer ve Zaman: 1959 yılı Cornell Üniversitesi

Deney Detayları: 1959’da psikologlar Eleanor Gibson ve Richard Walk, bebeklerde derinlik algısı üzerinde çalışmaya başladı. Derinlik algısının öğrenilmiş bir davranış mı, yoksa doğuştan bildiğimiz bir şey mi olduğunu öğrenmek istediler. Bunu incelemek için Gibson ve Walk görsel uçurum deneyi yaptılar.

Gibson ve Walk, 6 ve 14 ay arasında hepsi emekleyebilen 36 bebek üzerinde çalıştılar. Bebekler, yukarıda görülen düzenekte görsel bir uçurumun üstüne birer birer yerleştirildi. Görsel uçurum, yerden 25 cm yükseklikte büyük bir cam masa kullanılarak oluşturuldu. Cam masanın yarısının altında, ‘sığ bir taraf’ görünümü oluşturmak için bir kontrol deseni vardı. ‘Derin bir taraf’ oluşturmak için yerde bir dama deseni oluşturuldu;  bu taraf görsel uçurumdu. Cam masa boydan boya uzanmasına rağmen, kontrol deseninin zemine yerleştirilmesi ani bir düşme yanılsaması yaratıyordu. Araştırmacılar sığ taraf ile derin taraf arasına geniş bir orta tahta yerleştirdiler. Gibson ve Walk aşağıdaki sonuçları buldular:

  • Bebeklerin dokuzu orta tahtadan çıkmadı.
  • Hareket eden 27 bebeğin tamamı, anneleri onları sığ taraftan çağırdığında sığ tarafa geçti.
  • Bebeklerin üçü, derin taraftan çağrıldığında görsel uçurumdan annelerine doğru sürünerek ilerledi.
  • Derin taraftan çağrıldığında, kalan 24 çocuk ya sığ tarafa sürünerek geçti ya da görsel uçurumdan geçip annelerine ulaşamadıkları için ağladılar.

Bu çalışmanın gösterdiği şey, derinlik algısının muhtemelen insanlarda doğuştan gelen bir duygu olduğudur.


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

41

Sizin Tepkiniz Nedir?

hoş hoş
1
hoş
eğlenceli eğlenceli
1
eğlenceli
kafam karıştı kafam karıştı
0
kafam karıştı
beğenmedim beğenmedim
0
beğenmedim
çok beğendim çok beğendim
2
çok beğendim

0 Yorum

Yazı Formatı Seçiniz
Kişisel Test
Kişiliğe dair bir şey ortaya çıkarmayı amaçlayan sorular dizisi
Basit Test
Bilgiyi kontrol etmek isteyen doğru ve yanlış cevaplı sorular dizisi
Anket
Karar vermek veya görüş belirlemek için oylama yapmak
Serbest Yazı
Yazılarınıza Görseller Bağlantılar Ekleyebilirsiniz
Liste
Klasik İnternet Listeleri
Geri Sayım Listesi
Klasik İnternet Geri Sayım Listeleri
Açık Liste
Kendi öğenizi gönderin ve en iyi sunum için oy verin
Oylanabilir Liste
En iyi liste öğesine karar vermek için yukarı veya aşağı basın
Fotoyla Anlatım
Kendi resimlerinizi yükleyin ve birşeyler anlatın
Video
Youtube, Vimeo veya Vine Kodları
Ses
Soundcloud veya Mixcloud İçerikleri
Görsel
Fotoğraf veya GIF
GIF
GIF Formatı